Çevirmen olmak için neler gerekir?

 

Merhaba,

Bu yazımda Tüyap 36. İstanbul Kitap Fuarı’nda genç okurlarla sohbetlerim sırasında bana sık sık sorulmuş sorulara değinmek istiyorum.

Ne mezunusunuz? Çevirmenliğe nasıl başladınız? Biz nasıl çevirmen oluruz?

Öz geçmişimi, bu işe nasıl başladığımın hikâyesini burada anlatmaya gerek görmüyorum, zaten “Hakkımda” kısmında detaylarıyla yazıyor. Benim asıl üzerinde durmak istediğim; nasıl çevirmen oluruz, sorusu.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ben teknik çevirmen değilim. Yapmadım değil; bürolara çalışan teknik çevirmen arkadaşlar kadar uzun süreli olmasa da böyle bir tecrübem var ama hiç zevk almadım. Bana göre ilgi ve uzmanlık alanınızda faaliyet göstermiyorsanız, dünyanın en sıkıcı işlerinden biridir. Hakkıyla yapan arkadaşlara saygım sonsuz, ama benim tercih etmediğim bir alan. Çevirmenlik zaten başlı başına zor bir iş, bir de yaptığınız işten zevk almadığınızda kolaylıkla işkenceye dönüşebiliyor. Çevirmenlikle ilgili duygu ve düşüncelerim aslında başka bir yazının konusu, o yüzden soruya geri dönecek ve konuyu kitap çevirmenliği açısından ele alacağım.

Çevirmen olabilmek için üniversitelerin mütercim tercümanlık, yabancı dil, çevirmenlik bölümlerinden mezun olmalısınız. Şart mı? Hayır, değil. Örnek; ben… Herhangi bir yabancı dile gerektiği kadar hâkim olabilen, Türk edebiyatı ve dil bilgisi alt yapısına sahip olan herkes çevirmen olabilir… mi? Hayır, bir de yeteneği ekleyin siz buna. Evet, yetenek. Bununla da bitmiyor. Bazı meziyetleriniz de olmalı. Mesela; iç sesini dinleyebilmek, empati kurabilmek, muhakeme yapabilmek, teorik bilgiyi uygulayabilmek, araştırmak ve bunu zaman kaybı olarak görmemek, kendini geliştirmek, sürekli öğrenmeye açık olmak, meraklı olmak, öz eleştiri yapabilmek, şüphecilik, mükemmeliyetçilik, detaycı olmak, çok bildiğini iddia etmek yerine “acaba daha neler öğrenebilirim, doğru mu çevirdim, bu kelimenin başka bir anlamı daha olabilir mi” gibi bir düşünce yapısında olmak, teslim etmeden önce birkaç kez okumak, olmazsa olmazlardandır. Bu saydıklarıma daha pek çok şey eklenebilir tabii.

Bir kitap çevirmeni kendisine verilen her yeni işle birlikte öncekilerden çok farklı bir yolculuğa yelken açar. Her yeni yazar, bürünmesi gereken yeni bir kişiliktir onun için. Her yeni kitap da başka bir araştırma konusu, bir başka alanda daha kendini geliştirme fırsatıdır. Çevirmenin her seferinde farklı bir role girmesi gerekir. Her yeni kitabın ilk birkaç bölümü bunun için bir alışma sürecidir. Çevirmen yazara ve diline alışmaya, benimsemeye, ardından da Türkçede en doğru üslubu tespit edip yazmaya odaklanır. Bu arada hikâyeyi de çok iyi anlamalıdır ki en doğru şekliyle aktarabilsin. Çevirmen bir kitabın en iyi okuyucusudur çünkü hiçbir kelimeyi atlamadan her cümleye, her anlatıma, satır aralarına gizlenmiş anlamları çözmeye odaklanmıştır. Görevi şudur: En doğru şekilde anlayıp, bir başka dilde hatasız olarak yeniden yazmak. Evet, yeniden yazmak. Hem de en doğru cümle yapılarıyla. Bana göre çevirmen de yazardır. Zaten yazarlık meziyeti yoksa iyi bir kitap çevirmeni de olamaz.

Sosyal medyada şöyle bir tartışmaya denk gelmiştim: Çevirmenin kendi üslubu olmalı mı, olmamalı mı? Bu konudaki fikrimi söyleyeyim. Çevirmen zaten kendi üslubunu bir şekilde katar, katmak zorundadır. Ama elinden geldiğince de yazarın üslubuna sadık kalmaya çalışmalıdır. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır, iki kişi aynı yemek tarifini uyguladıkları halde yaptıkları yemeğin lezzeti aynı olmaz. Şöyle örnek verelim; mesela başka bir ülkede yediğiniz yemek çok hoşunuza gitti ve tarifini internetten bulup yapmak istediniz. Malzemeler arasında mutlaka ki Türkiye’de bulunmayan birkaç şey olacaktır, özellikle de yerel/otantik malzemeler, dolayısıyla siz de muadilini kullanmak zorunda kalırsınız ve aynı lezzeti tutturmanız bu sebeple mümkün olmaz. “Elin lezzeti” faktörünü de gözardı etmemek gerek.

Sorun şudur: Her dilin kendine özgü yapısı, ifade çeşitliliği ve kelime haznesi vardır. Dolayısıyla yabancı dilde yazılmış bir eseri birebir çevirmek mümkün olmayabilir. Hatta bunu yapmak çoğu zaman daha büyük bir soruna yol açar. Bu konuyu daha sonra detaylarıyla ele alacağım ama genel olarak şöyle ifade edeyim; özellikle kitap çevirmenlerinin (biyografi, otobiyografi, teknik bilgiler içeren metinler, akademik eserler hariç) birebir çeviriden uzak durması, kültürel ögeleri aktarmaya ve yerelleştirmeye özen göstermesi çok önemlidir. Aksi takdirde “Google Translate” dediğimiz şey gerçekleşir ve ortaya çıkan çeviri hem komik hem de yanlış olur, bu da sizi kelimenin tam manasıyla rezil eder. Çünkü bürolara çalışan teknik çevirmenlerin aksine, eser sahibi olduğunuz ve adınız kitapta geçtiği için göz önündesinizdir. Çeviriden memnun olmayan herkes, “Kimmiş bunun çevirmeni?” diye kitabın künyesine bakıverir.

Kötü çeviri örneklerini çok görüyoruz. Şu anda bile “büyük” yayın evlerinden çıkmış, eser ve yazarı dolayısıyla “tanınmış” bazı çevirmenler tarafından ortaya konmuş birçok çeviride yer alan ciddi hatalar okurun dikkatini çekmekte, tepkiye yol açmaktadır. Ama maalesef dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de iyi metin yazarın, kötü metin çevirmenin eseri oluverir. Bu normaldir de aslında. On dokuz yaşımdayken yabancı bir kuruluşun duvarında bir yazı görmüştüm. Şöyle yazıyordu; “Nobody notices what you do, until you don’t do it.” Yani, siz yapmayı bırakıncaya kadar kimse sizin ne yaptığınızın farkına varmaz. Yaptığınız iş iyi olmamışsa bunu hemen akabinde aldığınız acımasız tepkilerden anlayabilirsiniz. Kötü bir işi saklamanız mümkün değildir. Ancak ortaya iyi bir iş çıkarmışsanız kimse sizin adınızı bile anmaz. Çünkü bu zaten olması gerekendir, övgüye ve takdire gerek yoktur. Birçok sektörde olduğu gibi. Kitap çevirmenliğine başladığınızda övgü almayı beklemeyin. Almıyorsanız, zaten bu işinizi gayet iyi yapıyorsunuz demektir, bunu unutmayın, yeter. Alırsanız da ne mutlu size 🙂

Buraya kadar tamam, bende gereken her şey var, çevirmen olmak istiyorum, ama nereden başlayacağımı bilmiyorum diyorsanız, işte işin asıl zorlayıcı kısmına geldiniz demektir. Bir yayın evi bulmak. Bana sorarsanız, ilk kitabınız için küçük bir yayın evi ve basit bir eser (mesela; ince aşk romanları, beyaz diziler gibi) tercih ederseniz sizin açınızdan daha iyi olur. Çünkü acemiliği üzerinizden atmak, en azından bu işi yapmaya devam edip edemeyeceğinizi görmek ve edebi eserlere yumuşak geçiş yapmak için böyle bir basamağa ihtiyaç duyacağınızı düşünüyorum. Eğitiminiz, bilgi birikiminiz, kabiliyetiniz ne olursa olsun ilkten bir pratik yapmakta fayda vardır. Diğer yandan, kapasitenizi görmenize de yardımcı olur. Çünkü dışarıdan her iş kolay görünür, ama işin içine girdiğiniz zaman gerçeklerle yüzleşirsiniz ve bu devam edip etmemeye karar vermenizde, eksiklerinizi tespit edip kendinizi hangi yönde geliştirmeniz gerektiğini anlamanızda faydalı olur.

Birkaç deneme turu attıktan sonra artık kendinizi istediğiniz türde kitapları çevirmeye hazır hissettiğinizde, daha farklı yayın evleri arayışına girebilirsiniz. Bu sürecin kolay olacağını ve hemen bir yayın eviyle anlaşabileceğinizi sanmayın. Çünkü maalesef günümüzde yabancı dil bilen herkes çevirmenlik iddiasında bulunduğu ve maaşlı çalışan birçok kişi bunu bir ek gelir kapısı olarak gördüğü için yayın evleri çalışmaya devam edecekleri nitelikli çevirmenleri bulana kadar birçok başvuruyu değerlendirmeye almak zorunda kalıyor. Bu yüzden öncelikle sabırlı olmalısınız. Bıkmadan usanmadan ara ara başvurularınızı tekrarlamalısınız. Doğru yere, doğru zamanda giden bir başvuru mutlaka değerlendirilir. Bu konuda hepinize bol şans diliyorum.

Söyleyeceklerim bitti mi? Hayır, bitmedi. Ama şimdilik bu kadar diyelim. 🙂

Tekrar görüşmek üzere. Sevgiyle kalın.

Digiprove sealCopyright secured by Digiprove © 2017-2018 Sibel ATAM

Yorum Yapmak İster Misiniz?

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.