2010 yılı başlarında İstanbul’a da uğrayan Kırık Kalpler Müzesi, 2005 yılında ayrılmış olan Hırvat iki sevgili Olinka Vištica ve Dražen Grubišic tarafından kurulmuş ve birçok ülkeyi gezmiş. Kendi yaşadıklarından yola çıkarak, parçalanmış ilişkilerden geriye kalan hatıraların korunması gerektiğine inanan bu çift, ayrılmış olsalar da bu projede birlikte çalışmaya devam ediyorlar.
Olinka Vištica gezici bir müze oluşturma fikrinin nasıl ortaya çıktığını kitapta şöyle açıklıyor: “Bir ailenin sahip olduklarını kendi aralarında paylaştırmaktan ya da daha kötüsü, derin geçmişimizin paha biçilmez yönlerini bile yok edeceği kesin olan duygusal vandallık patlamalarına teslim olmaktan daha hoş, daha şiirsel bir çözüm gibi geldi.” Önceleri eş-dosttan gelen birkaç parça hatıra eşyayla oluşturdukları ilk sergilerini yerel bir sanat festivalinde halka tanıtmışlar. Gidenlerin arkasından geride kalan hatıra eşyaların hikâyelerini isimsiz bir şekilde aktarmışlar. Müze çok ilgi görünce sırasıyla Berlin, San Francisco, Ljubljana, Singapur’da sergi açmaları için davetler almışlar ve kısa sürede tüm dünyayı gezmeye başlamışlar. Her gün bağışlanan binlerce eşyayla gittikçe büyüyen gezici sergi için Los Angeles ve Zagreb’de iki kalıcı müze açılmış.
Kırık Kalpler Müzesine hatıra eşya gönderenlerde büyük bir duygusal boşalım ve kaybının acısıyla başa çıkmanın son adımı haline gelen bu eylem, sadece eşya bağışlayıp hikâyesini samimi bir şekilde paylaşıp itiraflarda bulunanlara psikolojik açıdan yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda hiç tanımadıkları kişilerin yaşadıklarını okuyan müze ziyaretçilerinin de kalplerinde yankı uyandırarak teselli bulmalarını, rahatlamalarını sağlıyor.
Maddi hiçbir değeri olmayan sıradan eşyaların böylesine derin anlamlar taşımaları belki bizlerin de hayatlarında tecrübe ettiği bir şeydir ancak okuyacağınız hikâyelerin ve itirafların büyük kısmı o kadar ilginç ki, etkilenmemek ve “çok şükür” dememek mümkün değil, inanın bana .
Müzede yer alan birbirinden ilgi çekici eşyanın bir kısmını içeren kitabın çevirisini büyük bir merakla yapıyorum. Gerçek hikâyelere tanık olmak, yaşanmışlıklara dair kanıtları görmek gerçekten de insanı hem daha fazla meraklandırıyor hem de daha ilginç geliyor. Çeviri öncesi göz gezdirme amacıyla şöyle bir okumaya başladığımda kendimi bir türlü alıkoyamadım, bir baktım kitap bitmiş. Hem şaşırtıcı, hem üzücü, hem esprili, hem duygusal itiraflar okuyorsunuz. Aslına bakılırsa bunu yapabilmek, yani sizin için derin anlamı olan bir eşyayı herkesin görmesi için bağışlamak, hikâyesi ne kadar özel olsa da anlatmak bile başlı başına cesaret isteyen bir iş. Ben yapabilir miydim? Bilmiyorum, sanırım yapamazdım. Ama belki de bu bana acı veren, derin izler bırakan olaylara tanık olan, geride yadigâr kalan hiçbir eşyayı tutmamış, anında kurtulmuş olmamdan kaynaklanıyor. Ama herkes bunu yapamıyor tabii. Sizi derinden etkileyen bir olaydan veya yaşadığınız büyük aşktan geriye kalan sıradan bir eşyayı öylesine atıvermek de kolay değildir.
İstinye Park’a geldiğinde ülkemizde de büyük ilgi gören müzenin 2018 yılının ilk aylarında yayınlanmasını beklediğim çeviri kitabının sizleri de aynı şekilde etkileyeceğini düşünüyorum. Ve inanın, çevirisinde bunun için elimden gelen her şeyi yapıyorum. 🙂
Sevgiyle kalın…
Copyright secured by Digiprove © 2017 Sibel ATAM
Sizinde bir yanınız kırıksa mutlaka okuyun derim…:)