Mesnevî’nin Türk Edebiyatına Etkisi

Mesnevî, tasavvufî düşünce konularını işlemektedir. Mevlânâ, altı ciltten oluşan eserin her cildinin başına eserin konu ve içeriğini kısaca yazdırmıştır: “Mesnevî dinin usulünün usulünün usulüdür.” Bu ifadede “usul” kelimesinin üç defa geçmesi dikkat çekicidir. Ancak, “usulden” kasıt nedir? Her birinin anlamı farklı mıdır? Mevlânâ’nın bu sözüyle aslında bir hakikatler zincirini kastettiği ve bu hakikatlerin birbirini gerektirdiğini ifade ettiği yorumunda bulunulmuştur. Buna göre; Mesnevî’nin konusu temelde amel, hal ve hakikattir. Hakikate ulaşmak ameli ve hali gerektirir, amel ve hal de anlamını hakikatle bulur. Mesnevî’de bu hakikatlere ulaşmak keşfi bilgidir (ilm-i ilahi) ve ulaşma yolları da ameller (şer’î ilimler) ve hallere özgü bilgilerdir (sülûk ilmi) (a.g.e., c. 29, s. 327-328).

Tüm Yönleriyle Editörlük

Bu eser konusu itibarıyla özellikle editörlere ve editör olmak isteyenlere hitap ediyor. Yazarlık yolunda ilerleyenler için de güzel bir kaynak kitap olma özelliğini taşıyor. Ağırlıklı olarak kitap editörlüğünün konu edildiği eser aslında bununla sınırlı kalmıyor ve internet içeriği editörlüğünden senaryo editörlüğüne, medya sektöründe yer alan haber editörlüğünden dergi editörlüğüne kadar pek çok alandaki editörleri ilgilendiren bir içerik sunuyor.

Bir Borsa Spekülatörünün Anıları

Yayın Tarihi: 25/05/2022   Piyasalarda bugün ne oluyorsa, geçmişte de olmuştur ve tekrar olacaktır. Yayınlandığı tarihten bu yana, yeni başlayan […]

MUTLULUĞU YAZAMAYAN YAZAR

İsmet çalan zil ile ellerinin arasında tuttuğu başını kaldırıp kapıya doğru bakarken kimin geldiğini merak etti. Canı o kadar sıkkınken kimsenin gönlünü eğleyecek hâli yoktu. Zaten ona kim gelebilirdi ki, belki can dostuydu kapıdaki. Saatlerdir bir şey yazamadığı masasından kalkıp isteksiz adımlarla kapıya yürüdü. Kapının kulpunu bastırıp kendine çektiğinde yakın dostu Sedat’ın paspasın gerisinde durduğunu görerek sevindi ve hemen onu içeri buyur etti.

YOL

Şu hayatta sen de herkes gibi kendine bir amaç edindin, değil mi. Sen de haklısın. Amaçsız yaşam olmaz ki. Ne de olsa, hayat yolumuzda hepimizin bir amacı var. Bu herhangi bir şeyi gerçekleştirmek, üretmek, icat etmek veya bir yere varmak, bir makama yükselmek olabilir. Bunu yapabilmek için kafanda bir yol haritası belirlemen gerektiğini de bilirsin, çünkü “Nasıl” sorusunun önemi karşısında önceden belirlenmiş bir yol izlemediğin takdirde amacına ulaşmak ya çok zor ya da imkânsızdır, öyle değil mi.

SENİN KAPIN HANGİSİ?

Kapılar… Sıra sıra dizilmiş kapılar var. Her biri birbirinden heybetli. Loş ışıkta hayal meyal seçebiliyor olsam da artlarında sakladıkları kudreti iliklerimde hissedebiliyorum. Uçsuz bucaksız bir geçitte ne yapacağımı bilemeden ileri geri koşup durmaktan yoruldum. Böyle olmayacak, bir çıkış yolu bulmam gerek. Bana en yakın kapının önünde duruyorum. Bu kocaman, ağır, eski ve aşınmış bir ahşap çift kapı. Buna rağmen üzerindeki kabartmalar öyle güzel ki hayranlıkla seyre dalıyorum.

Edep, Yâ Hu!

Çağımızın hastalıklarından bahseden bir yazı okuyorum. Bu hastalıklar altı başlık altında toplanmış: Akıl Yoksunluğu, Empati Yoksunluğu, Cehalet, Açgözlülük, Aşırı Ego ve Vicdan Eksikliği. Yazı kısa ve pek aydınlatıcı bir bilgi de yok. Düşünüyorum. Çevremizde böylelerinden ne kadar çok olduğunu hayretle fark ediyorum.

Onlar her yerde. Oturduğumuz kafede, iş yerimizde, ailemizde, arkadaş çevremizde, yemek yediğimiz restoranda, trafikte, banka kuyruğunda, spor salonunda, sokağımızda… Bazıları ise o kadar yakınımızda ki herhangi bir sürtüşme yaşanıncaya kadar farkında bile olmuyoruz. Ancak karşımıza geçtiklerinde takke düşüp kel görünüyor ve biz daha önce ne kadar kör olduğumuzun şokunu yaşarken, onlar o anki şaşkınlığımızdan faydalanıp daha fazla üzerimize gelmenin tadını çıkarıyor. Daha sonra da biz kalp kırıklığımızla yüzleşirken, onlar arkalarını dönüp gidiyor ve sanki hiçbir şey olmamış gibi gülüp eğlenmeye devam edebiliyor. İyi de, nasıl?

KUKLA

Kuklalar diyorum; hani şu başkaları tarafından yönetilenler… Acaba hayatlarının iplerini gönüllü mü teslim ederler başkalarının ellerine yoksa sebebi sadece çaresizlik midir. Belki bunu yaptıklarının farkında bile değillerdir. Kuklaya dönmüşse bir insan onu hemen kişiliksiz olmakla, zayıf olmakla, cesaretsiz olmakla suçlamak ön yargılı bir yaklaşımdır bana göre.

Bu durum kişinin geçmişte yaşadıkları veya yaşayamadıklarıyla bağlantılı bir davranış olabilir. Belki de bir takım baskılara maruz kalmanın yol açtığı “mecbur olma” hissidir, kim bilir. Sebebi ne olursa olsun, bir insan kuklaya dönüşmüşse işin içinde mutlaka onun yumuşak karnını keşfetmiş ve kendi çıkarları için kullanmış bir aktör, yani bir “Kuklacı” vardır.

Sancı

“Bütün karanlıklar aydınlığa çıkar,” dediler, ama bunun ne boyutta bir sancılı süreci gerektirdiğinden bahsetmediler. Bir doğum sancısı adeta. Her kadının doğum tecrübesi farklı olduğundan herhalde, karanlıktan aydınlığa kavuşmak da kimine göre kolay, kimine göre zor bir süreç. Ergenlik dönemi de öyle değil mi zaten? Kolay mı çocukluktan adamlığa veya kadınlığa geçiş? İnsan ne içindeki çocuğu terk etmek ister ne de sorumluluk almaya zannettiği kadar hazırdır aslında. Birdenbire irileşen bir yetişkin vücuduna uyum sağlamaya çalışan bir çocuktur hâlâ. Hem büyüdüğü iddiasındadır, hem de çocukluk alışkanlıklarını terk etmeme inadında.

Uyanış…

Bir düş gördüm rüyamda; karanlığın o derin uçurumlarından aşağıya düşüyordum. Tek görebildiğim kasvetli bir çukur; tek hissedebildiğimse korkuydu. Zifir gibi beni kuşatan, boğazıma sarılan, kesif kokusundan kaçamadığım o korkudan kurtuluş yoktu artık benim için. Çığlık atıyordum, duyup duyabileceğim en sessiz çığlıklar…