İsmet çalan zil ile ellerinin arasında tuttuğu başını kaldırıp kapıya doğru bakarken kimin geldiğini merak etti. Canı o kadar sıkkınken kimsenin gönlünü eğleyecek hâli yoktu. Zaten ona kim gelebilirdi ki, belki can dostuydu kapıdaki.

Saatlerdir bir şey yazamadığı masasından kalkıp isteksiz adımlarla kapıya yürüdü. Kapının kulpunu bastırıp kendine çektiğinde yakın dostu Sedat’ın paspasın gerisinde durduğunu görerek sevindi ve hemen onu içeri buyur etti.

Sedat, İsmet’i uzun zamandır tanıyordu ve kapıyı açtığı andaki yüz ifadesi gözünden kaçmamıştı. Arkadaşının canının sıkkın olduğu evin dağınıklığından da belliydi. Sedat paltosunu çıkarıp portmantoya astıktan sonra salona geçip oturdu. İsmet’in kahve teklifini kırması mümkün değildi, ne de olsa ikisi de sıkı birer kahveseverdi. İsmet’in yüzüne arada sırada konan o hüzünlü ifade korkak bir serçe gibi birdenbire kaçıverse de Sedat’ın gözüne her seferinde yakalanıyordu. Sedat en sonunda dayanamayıp İsmet’e neyi dert ettiğini sordu.

“Yazamıyorum,” diye cevap verdi İsmet üzerine basa basa.

“Konu bulmakta mı sıkıntı yaşıyorsun, yoksa belirli bir konu üzerinde yazmakta mı zorlanıyorsun?” diye sordu Sedat kahvesinden bir yudum alırken.

İsmet, “Dergi benden bu ay ‘mutluluk’ konulu bir yazı istedi, inanabiliyor musun? Önüne gelen herkesin kalem oynattığı, hakkında tonlarca yazının ve şiirin yazıldığı bir konuda benim gibi mutluluk nedir hiç bilmeyen bir adamdan yazı yazmasını istedi. Çıldırmak üzereyim. Ne olduğunu bilmediğim, anlamakta zorlandığım bir şey hakkında nasıl yazabilirim, söylesene?” diye haykırdı.

Sedat duyduklarına şaşırmıştı. Hâlbuki ne kolay meseleydi mutluluk hakkında yazmak… Yoksa değil miydi? Belki de İsmet gibi mutsuz, kaygı ve bunalım bataklığında boğulmamak için can havliyle çırpınıp duran biri için bu konuda yazmak zordu. Olumsuz duygulara alışmış birinin olumlu duygulara inancının az olması anlaşılır bir gerçekti. Mutsuz birini mutluluk denen bir şeyin varlığına inandırmak zor olabilirdi. Belki de işe önce mutluluğu ona öğretmekle başlayabilirdi, ama bu iş öyle “ha” deyince olacak bir şey miydi? Sedat sevgili dostu İsmet için en azından bir denemeye karar verdi.

“Mutluluk hakkında daha önce milyonlarca insan tarafından tonlarca yazı yazılmış olmasının bir önemi yok,” dedi Sedat ve devam etti. “Önemli olan senin bu konudaki duygu ve düşüncelerin. Okurların bunu bilmek isteyecektir. Onlara ‘Ben zaten mutsuz bir adamım, mutluluk nedir bilmem, o yüzden bu sayıda size yazı-mazı yok,’ diyemeyeceğine göre, bu konuda mutlaka bir yazı ortaya koymalısın. Belki de baştan başlamak en iyisi olacak. Söylesene İsmet, mutluluk nedir? Nasıl tarif edersin?”

“Yeni evli çiftlerin balayı döneminden, diledikleri gibi para harcayabilen tuzu kuru zenginlerin hayatından ve başarıdan başarıya koşan profesyonellerin kariyer yaşantısından ibarettir mutluluk. Onlar bilirler bu duyguyu, benim gibi gariban bir yazar nereden bilecek yahu,” diye cevap verdi İsmet.

Sedat, dostunun nasıl bir çıkmazda olduğunu anlamıştı. Ona yeni bakış açıları sunamazsa bu ay dergiye doğru düzgün bir yazı gitmeyeceğinin farkındaydı. İsmet hiç evlenmemişti. Gençlik aşkı Filiz’in ona aynı duygularla karşılık vermeyip başkasıyla evlenmesi İsmet’i hayata küstürmüştü. Anne ve babasını da kaybedip tek başına kalınca, iyice melankolik birine dönüşmüştü. Hayat ona küçüklüğünden beri hep yenilmeyi, güvensizliği, hayal kırıklığını öğretmişti. İsmet de etrafını dikenli bir sarmaşık gibi saran bu olumsuz duygulardan beslenip kısır döngünün içine hapsolmuş melankolik bir hamster gibi aynı yerde koşmaya devam etmişti. Güzel duyguları tatmamış biri olarak mutluluğu tarif edemiyor, dolayısıyla yetenekli parmakları kalemi oynatıp mutluluk hakkında bir yazı döktüremiyordu.

“Yapma, gözünü seveyim,” dedi Sedat ve devam etti. “Bu konuya bu kadar dar bir çerçeveden bakmak senin gibi bir yazara, benim de tanıdığım İsmet’e hiç yakışmıyor. Mutluluğun ne olduğunu bilmiyorsan da en azından ne olmadığını biliyorsun.

Mutluluk bir çocuğun dilinin ucunda, bir kelebeğin koltukaltında, bir sevgilinin kulağında, bir köpeğin ayağının altındadır: çocuk elindeki lolipopu yalar İKEN mutludur, ömrünün birkaç saatten ibaret olduğundan bihaber kelebek neşeyle kanat çırpar İKEN mutludur, sevgili güzel sözler duyar İKEN mutludur, karnı tok olan köpek sevinçle zıplayıp koşar İKEN mutludur. Yani mutluluk sadece bir andan ibarettir. Mutsuzluk da öyle. Mutlu veya mutsuz geçen anlardan hangisi daha ağır basıyorsa onunla damgalarsın hayatını. Gerisi başka duygulardan meydana gelir. Bir canlı sürekli mutlu olamayacağı gibi sürekli mutsuz da olamaz. Mesela; mutsuz bir hayatı olduğunu iddia eden sen! Sen, mutsuzluktan besleniyorsun. Belki de yazılarındaki derinliğin sebebi budur. İsteseydin mutluluktan beslenebilirdin. Söylesene, şu anda benimle kahve içmekten keyif alıyor musun?”

İsmet, Sedat’ın bu beklenmedik çıkışına şaşırırken bir yandan da ne diyeceğini düşündü. Tereddütte kalmıştı. Keyif alıyorsa bu mutlu olduğu anlamına mı geliyordu? En sonunda, “Evet,” diyebildi, “elbette keyif alıyorum.”

Sedat, “Demek ki şu anda mutlusun. İşte dostum, aslında bu kadar basit. Peki, ben geldiğimde neden o kadar mutsuzdun?” diye sordu.

“Şey… Yazamadığım için,” diye cevap verdi İsmet.

“Çünkü yazmak seni mutlu ediyor. Yazdığın anlar, kendini mutlu hissettiğin anlardır. Hepsi bu. Demek ki mutluluğun ne demek olduğunu sen de gayet iyi biliyormuşsun.”

“Sedat, sence mutluluğun tanımı bu kadar basit mi?”

“Evet, o kadar basit ve basit olan her şey güzeldir. Mutlu olmak çok kolay, dostum. Sadece neyden besleniyorsun, önce ona bir bak. Hayatının odağında ne var, mutlu olmak mı yoksa mutsuz olmak mı? Şükretmek insana mutlu olmayı çok güzel öğretir. Sahip oldukların için şükran duymalısın. Bu sayede mutluluğu yakalarsın. Mesela; keşke ben de senin gibi yazmaya yetenekli olsaydım. Keşke senin gibi sessiz sakin bir hayatım olsaydı. Canım istediğinde canımın istediğini yapabilme özgürlüğüne sahip olsaydım. Bak, gördün mü, şükredebileceğin ne çok şey var. Sen de kendini dertliden sayıyorsun. İnsanlar neler neler yaşıyor da yine de hallerine şükrediyor. İşe şükretmekle başla. Tat aldığın anların mutlu olduğun anlar olduğunu keşfet. Gerisi mutlaka gelecektir.”

“Mutluluk bir kuşun neşeyle cıvıldayışında, bir bebeğin saf kahkahasında, kahveden alınan yudumun hazzındadır, diyorsun yani. Kahve ve sevgili örneğini saymazsak, tüm örneklemelerde ortak bir yan yakaladım: sorumsuzluk ve cahillik. Yanlış anlama, bunları kötü anlamda ele almıyorum. Yani henüz hayatın sorumluluğunu yüklenmemiş olanların, yaşamının ne kadar kısa süreceğini bilmeyen canlıların mutluluk hissetmesi gayet olağan geliyor bana. Kuşla kelebeğin ömrünün kısalığını bilen biziz, onlar değil. Fakat biz de kendi ömrümüzün ne kadar süreceğini bilmiyoruz ve bu yüzden karaları bağlamadan mutluluğu yaşıyoruz. Ne zaman öleceğini bilen hiçbir insanın zamanını boşa geçireceğini ve fütursuzca mutlu yaşayacağını sanmıyorum. Ayrıca bebek de çocuk da anlık yaşayan, ‘anların’ tadını çıkaran saf varlıklar. Dolayısıyla bir anda gülmeleri kadar bir anda ağlamaları ve sonra tekrar kahkaha atmaları normaldir. Buna şaşıran bizleriz, öyle değil mi. Kelebek de sayılı dakikaları olduğunu bilmeden neşeyle oradan oraya uçar, bu da bizi ne kadar az şey bilirsen o kadar mutlu olursun, teorisine götürür. Sanırım sonunda anlamaya başladım, dostum. Artık ne yazacağımı biliyorum.”

Mutlu kalın…

Digiprove sealCopyright secured by Digiprove © 2021 Sibel ATAM

Yorum Yapmak İster Misiniz?

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.