Bir düş gördüm rüyamda; karanlığın o derin uçurumlarından aşağıya düşüyordum. Tek görebildiğim kasvetli bir çukur; tek hissedebildiğimse korkuydu. Zifir gibi beni kuşatan, boğazıma sarılan, kesif kokusundan kaçamadığım o dehşetten kurtuluş yoktu artık benim için. Çığlıklar atıyordum, duyup duyabileceğim en sessiz çığlıklar… Korkunun boğazımı sıkan ellerini yakalayıp gırtlağım patlayıncaya kadar bağırsam da neye yarar… Düşüyordum işte yetmiş yıl sonra dibine ulaşacağım o ürpertici karanlığa. Tam kıpkızıl bir çemberin beni yutacağını fark ettiğimde, dehşete kapılan kalbimin sarsıntısıyla ter içinde uyandım. Bir “Oh,” çektim, Düş görmüşüm meğer, diye. Sevindim bir de. Ne kadar aptal olduğumu, hayat sandığımız şeyin gerçekte sadece bir hayalden ibaret olduğunu fark ettiğim rüyadan uyanınca anladım.
Geçmişin günahları kapkara bir katran olmuş, yapışmış ellerime. Yıka yıkayabilirsen, kazı kazıyabilirsen. İşte o ellerle uyanacaksın rüyandan. O eller şahitlik edecek sana. Hiç acımayacaklar, bir bir anlatacaklar nasıl bulaştıklarını katrana. Ya o zaman ne yapacaksın? İhanet ettiler sana diye ellerine gönül mü koyacaksın? Gırtlağına yapışanın kendi ellerin olduğunu, ancak rüyandan uyanınca mı anlayacaksın?
Söylesene!
Copyright secured by Digiprove © 2020 Sibel ATAM