Bana bu ayakkabıları erkek arkadaşım aldı ve aynı onun gibi güzel. Ayağıma uymadı, sonuç olarak bana epey rahatsızlık ve acı verdi, bu yüzden sadece kısa süreliğine giydim. Aynı onun gibi.

Merhabalar 🙂

Kırık Kalpler Müzesi’nin (Museum of Broken Relationships) kitap çevirisi nihayet bitti. Martı Yayınları‘ndan çıkacak kitaptaki birbirinden ilginç gelen hikâyeler hakikaten etkileyiciydi. Hatta aralarında öyleleri vardı ki, bir sonraki hikâyeye geçmeden önce ufak bir mola vermek zorunda hissettim kendimi. Hüzünlendiğim de oldu, gülüp geçtiğim de. Ama 203 adet eşyanın hikâyesini çevirmeyi bitirdiğimde, bağışlayan kişilerin hepsiyle dertleşmiş, hayatlarına değip geçmiş gibi hissettim kendimi.

İnsan bir düşünmeden, kendi hayatını şöyle bir değerlendirmeden edemiyor. Müze sahipleri her ne kadar bu kelimeyi kullanmaktan kaçınsalar da kitapta açıkladıkları gibi, kişilerin manevi değeri olan eşyalarını ve başlarından geçen hadiseyi bu kadar samimi bir dille paylaşmaları onlar için bir tür terapi olabilir. Aynı durum müzeyi gezenler için de geçerli olabilir. Dünyanın dört bir tarafındaki tanımadığınız insanların da aynı sizinki gibi olaylar yaşadığını görmek ya da “beterin de beteri varmış” dedirten anıları okumak öyle sanıyorum ki her duyarlı insanı kendi geçmişinde kısa bir yolculuğa çıkmaya sevk eder.

Boşanacağımız gün kocam yeni bir arabayla geldi. Hadsiz ve kalpsiz. Bu cüce yeni arabanın ön camına uçtu, çarpıp geri sekerek asfalta düştü. Zaman kavisi çizen uzun bir takla oldu. Ve bu kısa, kendine göre uzun kavis aşkın bittiğini açıkça ortaya koydu.

Ancak herkesin ağrı eşiği nasıl farklılık gösteriyorsa, yaşanan acılara dayanma ve üstesinden gelme gücü de aynı şekilde kişiden kişiye değişiyor. Bazıları en ufak dalgada alabora olan bir sandal, bazıları da okyanusun dev dalgalarıyla boğuşan ve sonunda limana ulaşmayı başaran bir gemi gibi. Başlangıçta bu tamamen kişinin doğasıyla alakalı bir durum olsa da yaşanan acıların bizi büyütmesiyle, olgunlaştırmasıyla birlikte sahip olduğumuz dayanma gücü ve sabır gösterebilme yetisi her olayla biraz daha kuvvetlenir. Ancak bazıları için bunun tam tersi olur. Doğuştan hassas bir yapıya sahip olanlar başlarına gelen felaketi kaldıramayıp ruhsal çöküntüye uğrayabilir. Aslına bakılırsa “son derece kuvvetli” diye nitelendirdiğimiz pek çok kişi de birdenbire bu noktaya gelebilir çünkü en nihayetinde her insanın bir dayanma sınırı var.

Kitapta sözü geçen anılar elbette ki sadece başına gelenleri kaldıramamış, dolayısıyla müzeye eşya bağışlayarak geçmişiyle vedalaşma yolunu seçmiş kişilere ait değil. Aralarında eski aşklarına nispet yapan, hadlerini bildiren, öfkesini kusan, yaşadıklarıyla alay edercesine esprili bir dille kaleme alan kişiler de var. Bunları okumak hakikaten keyifli oluyor, güldürürken düşündürüyor. İnsan, “Acaba benim de böyle bir imkânım olsa, neyi bağışlardım ve hikâyesini nasıl anlatırdım,” diye düşünmeden edemiyor tabii. Aynı benim gibi. 🙂

Herkesin geçmişi kendine göre acı-tatlı anılarla dolu ve inanın bana, felaket olarak gördüğünüz pek çok olayın daha kötüsünü yaşamış olanlar da var. Hani deriz ya, “Ohooo, anlatsam roman olur,” diye, siz bir de başkalarınınkini dinleseniz… İşte müzenin amacı da tam olarak bu. Empati kurabilmek. Kendinizi hiç başkasının acısını dinledikten sonra tuhaf, rahatsız edici bir rahatlama duygusu içinde buldunuz mu? Hayır, bunun için sakın kendinizi suçlamayın. Bu, empati kurabildiğinizi ve o olay sizin başınıza gelmediği için şükrettiğinizi gösterir. Müzeyi ziyaret edenlerin içinde de işte buna benzer bir duygu oluyor. Böylece eşyasını bağışlayıp hikâyesini anlatan da, okuyup onun derdini paylaşan da rahatlıyor.

Şimdi diyebilirsiniz ki bu çok saçma, ne gerek var böyle şeylere, atarsın gider, unutursun biter… Haklısınız. Aslında benim de hep yaptığım bu oldu. Her şeyin üzerine kalın bir kırmızı çizgi çekmek.

Peki, ya yapamayanlar? İçlerinden bir türlü atamayanlar? Unutamayanlar? Yaşadıklarının başkalarına da ders olmasını isteyenler? Yüreklerindeki bu ağır yük yüzünden geleceği göremeyenler? Bu, onlar için bir çare olabilir, diye düşünüyorum.

Bunu bana doğum günümde hediye etmişti. Artık bir süredir kullanmıyorum, ama onun hatırası olarak saklamaya devam ediyorum. Tanıştığımızda on yedi yaşında bir kızdı, ben ise yirmi yedi yaşında, evli ve üç çocuklu bir adamdım. On yıl sonra ayrıldık ama benim ona olan aşkım hala ilk günkü kadar güçlü. O bu süre zarfında evlendi ve bir kızı oldu. Umarım beni artık sevmiyordur. Umarım bu hayatta sevdiğim tek kadın olduğunu bilmiyordur.

Peki, ya siz? Artık unuttuğunuz, geçmişte bıraktığınız acılarınızdan ve kalp kırıklıklarınızdan gerçekten kurtulduğunuza emin misiniz?

Yoksa yüzleşmekten daha kolay olduğu için  üzerine sadece ölü toprağı atıp yüreğinizin en derin köşesinde bastırma yolunu mu seçtiniz? Bu baskılama şimdiki negatif tutum ve davranışlarınızın altında yatan asıl neden olabilir mi? Kalbiniz ne kadar kırık?

Şunu asla unutmayalım ki, geçmişte her ne yaşamış olursak olalım kendimizle yüzleşmeden, duygu ve düşüncelerimizi, öfkemizi, kırgınlığımızı dışa vurmadan ve geçmişteki olayı gerçekten gömüp yasını tutmadan ondan kurtulmuş olmayacağız. Ve bu görünmez kâbus gündelik yaşantımızda üzerimize her bastığında etrafımızdakileri kıracak, yanlış kararlar alacağız.

Bu kitaptaki isimsiz kahramanlar en azından sırtlarındaki yükten kurtulmanın çaresini bir şekilde aramış ve bunu yapmayı başarmış insanlar. Onlara kahraman dememin tek sebebi, bu cesareti göstermiş olmaları.

Hele ki biz daha takkemizi alıp önümüze koymaya cesaret edemiyorken…

Sevgiyle kalın…

 

 

 

Digiprove sealCopyright secured by Digiprove © 2017 Sibel ATAM

“Kırık Kalpler Müzesi / Sizin Kalbiniz Ne Kadar Kırık?” için bir yorum

Yorum Yapmak İster Misiniz?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.